Alkali Beslenme

alkali-beslenme

Sağlıklı beslenmenin önemi gün geçtikçe daha çok anlaşılıyor. Farklı beslenme akımları, nasıl daha “iyi” ve “fit” olunabileceğinin ipuçlarını verirken alkali beslenme adeta sağlığın anahtarını elinde tutuyor… 

Alkali beslenme, diğer adıyla alkalin kül diyeti; vücudumuzda asidik etki yaratan gıdaların yerine alkali gıdaların tüketilmesinin, sağlığımızı olumlu yönde etkileyebileceği esasına dayanıyor. 2012 yılında yayımlanan bir çalışmada, alkali beslenme ile hipertansiyon, diyabet, artrit, D vitamini eksikliği, düşük kemik yoğunluğu, kas kaybı gibi özellikle yaşla birlikte daha da artan birçok rahatsızlığın önüne geçilebileceği belirtilmiş… 

Kısaca alkali beslenme, kan ve idrar da dahil olmak üzere vücut sıvılarının pH seviyelerini dengelemeye yardımcı olan, dolayısı ile birçok hastalığı engellemeyi amaçlayan bir beslenme sistemi…

Alkali nedir, PH ne demektir?

pH seviyesi, bir şeyin ne kadar asit veya alkali olduğunu gösterir. pH; 0 ile 14 sayı aralığında bir skalaya sahiptir. pH 7 değeri nötr olup, 0’a yaklaştıkça asidik, 14’e yaklaştıkça bazik özellik artar.

Tüm canlılar için ortamın pH değeri oldukça önemli… Sanayileşmenin artması ile son 100 yıl içinde, okyanustaki CO2 birikimi nedeni ile pH’ın 8,2’den 8,1’e düştüğü, bu ufak farkın bile okyanustaki yaşam üzerinde olumsuz etki yarattığı hatta mercan resiflerinin çökmesine neden olabildiği görülüyor. Bitkilerin yetiştirildiği toprağın pH’ı bile yediğimiz gıdaların mineral içeriği üzerinde önemli bir etkiye sahip olabiliyor.

Vücudun farklı bölümlerinde pH değeri değişiyor. Kanın pH’ı 7,35 ve 7,45 arasında, hafif alkali özellik gösteriyor. Mide asidi 3,5 ya da daha aşağıda bir pH değerine sahip. Deri, koruyucu bir bariyer oluşturmak için pH değeri 4-6,5 arasında değişen oldukça asidik bir ortam. İdrarın pH’ı ise yediklerimize bağlı olarak değişiyor ve bu da kanın pH seviyesini sabit tutmaya yarıyor. Üriner sistem, solunum sistemi ve kimyasal tampon sistemleri kanın güvenli pH seviyesini korumak için olağanüstü çaba harcıyor…

Gıda ve asit-baz ilişkisi

Gıdalar vücudumuza girdikten sonra besinlerin enerjiye dönüşümü sırasında bir dizi kimyasal reaksiyon gerçekleşiyor. Aynen bir kağıdın ateşte yandıktan sonra kül bırakması gibi besinler de vücudumuzda enerjiye dönüştüğünde metabolik atık olarak geriye bir “kül” kalıntısı bırakıyorlar. Bu metabolik atık alkalin, nötr veya asidik olabiliyor. Alkali beslenme tarzı, metabolik atıkların vücudun asitliğini doğrudan etkileyebileceği görüşünü savunuyor. Asidik külün hastalıklara davetiye çıkardığı düşünülürken, alkalin kül koruyucu olarak kabul ediliyor. 

Bazı besinler asidik özellik göstermesine rağmen sindirime katıldıklarında alkalin özellik gösteriyor. Limon suyu, elma sirkesi, kombucha düşük pH’a sahip olmasına rağmen sindirim sistemine girdiklerinde alkalin külü oluşturuyorlar.

Dünyadaki tüm canlı organizmaların yaşam devamlılığı, uygun pH seviyelerinin korunmasına bağlı ve dengeli pH’a sahip bir vücutta hastalıkların gelişmediği görüşü genel kabul görüyor.

Değişen beslenme alışkanlıkları ve sonuçları

İnsan beslenmesinde, avcı-toplayıcı toplumlardan günümüze kadar elbette ki önemli değişiklikler oldu. Yaklaşık 10 bin yıl önce gerçekleşen tarım devrimi ve son 200 yıldaki sanayileşme ile insanların genel olarak; magnezyum ve potasyum bakımından fakir, doymuş yağ, basit şekerler, sodyum ve klorür bakımından zengin bir diyetle beslendikleri kabul ediliyor. Bu tarz beslenme, genetik olarak kodlanmış beslenme gereksinimlerine uymayan, metabolik asidozu yaratabilecek bir diyetle sonuçlanıyor.

İnsan vücudundaki mineraller, ideal pH seviyesini korumak için adeta tampon vazifesi görüyor ve bu dengeyi sağlayabilmek için kullanılıyor. Asitlik arttığında vücudumuzdaki kalsiyum, magnezyum, potasyum ve sodyum gibi mineraller asitlikle mücadele için kullanılacağından mineral kaybı yaşanabiliyor… 

Beslenme alışkanlıklarındaki bu değişim ile birçok insanın pH seviyeleri ne yazık ki normal değerlerde değil. Sonuç; artan “metabolik asidoz” ve azalan mineral değeri… Ayrıca kötü beslenme alışkanlıkları ile yeteri kadar mineral alınamadığı için bu kayıp daha da büyük olabiliyor… 

Alkali beslenme yaşam kalitesini artırıyor!

Alkali gıdalar, yaşlanma belirtilerini yavaşlatan, organ ve hücresel fonksiyon kaybını durdurmaya yardımcı olan önemli kaynaklar sağlıyor. Tüketimi artan hazır gıdaların vücudumuzdan eksilttiği vitamin ve mineralleri geri kazandırmayı amaçlıyor, vücuttaki pH dengesini korumaya yardımcı oluyor.

Vücut minerallerden yoksun olduğunda hücreler biriken toksinleri düzgün bir şekilde atamıyor, dolayısı ile toksinler ve patojenler vücutta birikerek bağışıklık sistemini zayıflatıyor. Bu da başta kanser olmak üzere birçok hastalığa davetiye çıkarıyor. Alkali beslenme, bağışıklık sistemini destekliyor. İngiltere’de yapılan bir çalışmada alkali bir vücutta kanser hücrelerinin ölüm olasılığının daha fazla olduğuna dair kanıtlar mevcut. 

Alkali beslenme ile vitamin emilimi artıyor ve magnezyum seviyelerine önemli katkıda bulunduğu görülüyor. Artan magnezyum seviyesi ile bağlantılı olarak D vitamini de aktive oluyor. Diyetin alkali içeriğini artıran, ancak potasyum içermeyen bikarbonatın sağlıklı yaşlı yetişkinlerde kemik kaybını azaltabileceği bulunmuş. Meyve ve sebze ağırlıklı, potasyum açısından zengin bir diyetin yanı sıra azaltılmış asit yükünü esas alan üç yıllık bir çalışma, yaşlı erkeklerde ve kadınlarda kas kütlesinin korunmasına neden olmuş. Görülüyor ki bu beslenme tarzı, dokuların ve kemik kütlesinin kaybını yavaşlatmaya yardımcı olabiliyor. 

Alkali beslenme, iltihabı azaltarak eklem ağrıları şikayetlerinin azalmasına da neden oluyor. Ayrıca kalp sağlığını destekliyor, yüksek kolesterol, hipertansiyon, böbrek taşları, felç ve hatta hafıza kaybı gibi yaş ile görülme sıklığı artan sorunlara karşı koruma sağladığı da biliniyor.

Besinlerin pH özellikleri ve Alkali Besinler

Asidik: Et, kümes hayvanları, balık, süt ürünleri, yumurta, tahıl, makarna, pirinç, ekmek, alkol, kafeinli, içecekler, 

Nötr: Doğal yağlar, nişastalar ve şekerler

Alkalin: Meyveler ve sebzeler (mantar, narenciye, hurma, kuru üzüm, ıspanak, greyfurt, domates, avokado, salatalık, lahana, brokoli, sarımsak, zencefil, yeşil fasulye, kereviz, kırmızı pancar, karpuz, incir, muz), fındık, badem, baklagiller, filizler, buğday çimi

Son olarak, alkali beslenme için mümkünse organik ürünlerin tercih edilmesi gerektiğini de ekleyebiliriz. Yapılan araştırmalar; organik, mineral yoğun toprakta yetişen sebze ve meyvelerin alkali özelliğinin daha yüksek olduğunu gösteriyor. İçtiğimiz su da en az yediklerimiz kadar önemli. pH 9-11 arasında alkali su içmek, vücut sağlığına önemli katkılarda bulunuyor. Suya pH damlası, limon suyu, karbonat ilave ederek pH değerini artırmak mümkün…

Genç yaşlardan itibaren bedenimize iyi bakmak, ileride sağlıkla ve kaliteli bir yaşamla ödüllendirileceğimiz anlamına geliyor. Bedenimizin yalnızca doğal ve geleneksel yöntemlerle elde edilen, işlenmemiş besinlere ihtiyacı olduğunu unutmayalım… Bu düşünceden yola çıkarak ürettiğimiz, organik çayla fermente ettiğimiz kombucha ile şekerli içeceklere sağlıklı bir alternatif sunuyoruz….

Kaynaklar: 

Gerry K. Schwalfenberg,The Alkaline Diet: Is There Evidence That an Alkaline pH Diet Benefits Health? J Environ Public Health. 2012. 

draxe.com

healthline.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir