Son yıllarda güzellik algısı, kusursuz bir dış görünümle eşleştiriliyor. Aynı üretim hattından çıkmış gibi görünen yüz hatları, ideal ölçülere sahip bir beden, makyaj, giyim tarzı, kullanılan aksesuarlarla “doğal güzellik” kavramına yabancılaşmaya başladık. Bu durum özellikle kadınların üzerinde hem manevi hem de maddi bir yük olarak baskı yaratıyor…
Oysa biz kusurlarımızla, yaşanmışlıkların bedenimizde bıraktığı dokunuşlarla daha güzeliz…
Japonların “Kintsugi” adı verilen sanatı tam da buna dikkat çekiyor. Kintsugi’nin kırıkları, darbeleri yok saymayarak onları hayata kazandırıp onurlandırması gerçekten çok etkileyici… Benzer şekilde; kırık parçalarımızı, defolarımızı inkar etmek ya da onları kabullenip onurlandırmak bize kalmış… Belki de kalıcı mutluluğun anahtarlarından biri de budur, kim bilir…
Kintsugi nedir?
Kintsugi, kırılan vazo, bardak, kase gibi seramik objelerin kırıldıkları yerden altın tozuyla karıştırılan reçine ile tekrar bir araya getirilme sanatı... Kelime tam olarak, “altın ile birleşmek” anlamına geliyor. Altın gibi değerli bir madenin kırılan parçaları birleştirmede kullanılması, felsefi açıdan “zengin bir mülkiyete sahip olunmasını” vurguluyor. Kırık izleri, altınla daha da görünür hale getiriliyor. Bu sayede kırılan eşyayı daha ihtişamlı bir şekilde hayata geri kazandırmak amaçlanıyor… Kintsugi, defonun üzerini örtmeyen, aksine izleriyle eskisinden daha iyi, daha güzel olabileceğini gösteren bir sanat…
Kintsugi tekniğinin hikayesi, 15. yüzyıl sonlarında Japon hükümdarı Askikaga Yoshimasa’nın, en sevdiği çay kasesinin kırılması ve Çin’e onarılmak üzere gönderilmesi ile başlamış. Çaydanlık metal zımbalar kullanılarak o kadar kötü onarılmış ki hükümdar, kendi ustalarından daha uygun bir çözüm bulmalarını istemiş. Bunun sonucunda Japon zanaatkârlar, kırılan parçayı eskisinden daha da güzel gösterecek bir onarım tekniği geliştirmişler. Böylece hasarlı seramiklerin çatlaklarını altın ile doldurarak onarma sanatı olarak kabul edilen “Kintsugi” ortaya çıkmış…
Kintsugi, Japon “Wabi Sabi” felsefesine dayanıyor. Bu felsefe, hayatın her alanında kusurları olduğu gibi kabul edip benimsemeyi destekliyor. Wabi “sade şıklık”, Sabi “kusurlardan mutluluk duymak” anlamına geliyor.
“Kusur”, Antik Japon Krallığı'na göre, aydınlanmaya giden yolda kilit adımlardan biri olarak görülüyordu. Eskiden bozulan şeyler tamir edilir, atılmazdı. Tüketim toplumu olan Batı ülkelerinde ise bunun tam tersi hakim… Bozulan, kırılan, yırtılan şey atılıp yerine yenisi alınıyor. Bilinçaltımıza kodlanan bu yaklaşım ile kendimize karşı da benzer bir reddediş mevcut…
Şunu kabul etmek gerekiyor ki hiç kimse mükemmel değil… Oysa standartlarımız çok yüksek ve bu karşılanmadığında hayal kırıklığı büyük oluyor. Fiziksel takıntılar, sürekli olarak kendi bedenimize yoğunlaşmamıza ve bundan mutsuzluk duymamıza yol açıyor. İnsan bedenine “kırılan, darbe alan bir obje” olarak bakarsak, Kintsugi bize, dayatılan yapay güzellik çabalarından sıyrılmak için ilham kaynağı oluyor…
Bedenimiz ve ruhumuzda yaşanmışlığın izleri
Yaşadığımız mutluluklar, üzüntüler cildimizde ve bedenimizde iz bırakıyor. Örneğin çok gülmek, cilt tipine ve genetik mirasa da bağlı olarak ağız kenarlarında ve göz çevrelerinde kırışıklıklar yaratabiliyor. Aslında cildimiz bizim nasıl biri olduğumuzu yansıtıyor.
Karşılaştığımız olaylar, insanlar, kısacası yaşadığımız her şey bizi sadece fiziksel boyutta etkilemiyor elbette… Hayat tecrübeleri ruhumuzda da yaralar açabiliyor, bazen bunların üstesinden gelebiliyoruz, kimi zaman da bizi aşan durumlarla karşılaşıyoruz.
Şu bir gerçek ki her bir yara bizi daha ileriye taşımak, bizim biz olmamızı sağlamak için gerçekleşiyor.
Fiziksel açıdan bakarsak, bir objenin kırılması ya da eskimesi gibi bir insanın yaşlanması, cildinin kırışması da doğal bir süreç… Bunu böyle görebilmek; Kintsugi sanatındaki gibi kırık parçalarımızı birleştirmemize, bu sayede daha güzel ve güçlü olmamıza yol açıyor. Başka bir deyişle, Kintsugi tekniği her yıkımın bir son olmadığını anlatıyor.
Bir “ileridönüşüm” tekniği olan Kintsugi sanatından aldığımız ilhamla, yaş ilerledikçe bedenimizde ve ruhumuzda oluşabilecek defoları kabullenmekle işe başlayabiliriz. Gereksiz bir kısır döngüye girerek bu izleri silmek yerine onlarla yaşamayı öğrenmek; tıpkı yaşam alanlarımızda olduğu gibi kendimizde de alan açmanın dayanılmaz hafifliğini hissetmek, özgürleşmeye giden sıkı bir adım olacaktır…
Uzun lafın kısası; isyankar bir reddediş ya da vakur bir kabullenme… İşte bütün mesele bu…
Kintsugi sanatı bizi çok etkiledi. Eskiyenin yerine, kusurlarıyla birlikte, daha güzel halini hayata kazandırmanın hazzı paha biçilmez olmalı…
Mavili Kapı olarak, yaş ilerledikçe cildimizde oluşabilecek izlere, lekelere karşı geliştirdiğimiz doğal ve etkili ürünlerimizle, bu felsefeye kendimizi çok yakın bulduk. Ürünlerimizin, Kintsugi tekniğinde kullanılan “altın” gibi cildinize çok iyi geleceğine eminiz…
Kaynak
Ece Kanışkan, “Kintsugi: Yara İzlerinin Güzelliği”, Ulakbilge, Cilt 6, Sayı 21, 2018.