Merhaba…
Ben Senem, Mavili Kapı’nın kurucu ortağıyım.
Sizlerle tanışalı epey oldu ama hikayemizi daha detaylı ve samimiyetle anlatmak ve aramıza yeni katılanlara “biz”den bahsetmek istedim.

Biz bir aile şirketiyiz.
İsminin hakkını veren bir aile şirketi.
Babam eczacı, annem yönetmen - üniversite hocası, kardeşim iletişimci, ben müzisyen…
Bir de hep arkamızda dimdik duran, ‘siz koşun ben buradayım’ diyen ortağımız, Prof. Dr. dayımız...
12 yıl önceye gidelim... Annemle birlikte Uluslararası kanallara belgeseller çekiyoruz.
Neşe içinde yiyip - içen, soluduğunu-sürdüğünü- giydiğini çok da dert etmeyen bir aile olarak; kızımın ana rahmine düştüğü haberi ile babamın kanser olduğu haberini aynı hafta üst üste aldık.
Her şey durdu önce… Hayat durdu…
Sadece babam vardı ve ne yapmamız gerektiği.
Annemle çılgınlar gibi her yöne saldırdık.
Ne yenecek? Ne içilecek? Nasıl yaşanacak? Alternatif tıp? Yurtdışı? Dualar, secdeler, adaklar…
Tedaviler başladı bir yandan, radyasyonun yan etkileri nasıl bertaraf edilecek?
Derken biz bir deryaya düştük.
Hem ne derya…
Hayat devam etti elbette. Babam tedavilerine gitti geldi, biz destek tedavilere başladık.
Yaşamımızda değişmesi gereken şeyler kocaman başlıklar olarak önümüzde netleşti.
Tek tek başladık değiştirmeye.
İstanbul’a yakın bir minik bahçe satın aldık (İstanbul’daki 3 katlı müstakil işyeri binamızı satmak demekti bu… ama her şeyin bir bedeli olacaktı elbette)
Orada ekip biçmeye başladık ve mavi kapılı evimizin temellerini attık.
İnşaata gidip gelirken kızımı kucağıma almıştım.
Yaratıcı’nın, evrenin, doğanın… nasıl ifade ederseniz O gücün bize “Doğru yaşa!” çağrısını tam olarak algılayamamış olacağız ki yeni bir mesaj geldi…

Kızım, teşhisi konulamayan bir hastalıkla doğdu. Alerji değil, intolerans değil, çölyak değil, değil, değil, değil….
Ama hiçbir şey yiyemiyor. Yediklerini besine çeviremiyor, büyüyemiyor. Midesinin içi, yemek borusunun içi yaralarla dolu, çok acı çekiyor ve ne yapsak - yapmasak olmuyor.
“Şurada iyi doktor varmış” diyorlar, yollara düşüp gidiyoruz, “Almanya’da filanca klinik kandan anlıyormuş” diyorlar, elimizde çocuğun kanı ile Almanya’ya giden ilk uçakta buluyoruz kendimizi.
Bu sırada büyüyor tabi, psikolojisi alt üst, tabii bizim daha beter… Bir tatilde yan masadaki çocuk dondurmasını keyifle yerken, kızımın ona hipnotize olmuş gibi baktığını gören Erol (babası) gözyaşlarını tutamayınca, kızım “üzülme babacım biz de karpuzumuzu yalarız” deyip beni de ağlatmayı başarıyor….
Buğday yok, süt yok, zeytin yok, tahin yok, domates yok, hazır gıda yok…
Neler neler yok. Allah’ın her günü “ne yiyecek” sorusuyla kalkıyoruz. Ona özel yemekler, yanımızda kaplar taşımalar. Bir gün iki gün değil, yıllarca böyle…
O’na ne dokunuyor keşfi sırasında, 5 yaşlarındayken, çok tuhaf bir şeyi fark ettik. Keçi sütünü yavaş yavaş denemeye başladığımız günlerdi. Ama bir türlü emin olamıyoruz… bazen dokunuyor keçi sütü, bazen hiçbir şey olmuyor.
Sonradan ortaya çıktı ki ben babaannesinin Toroslar’dan gönderdiği yayla keçisinin sütünü içebiliyor ama marketten aldığımız keçi sütünden zinhar bir yudum bile içemiyordu.
Bu aydınlanma ile takibe devam ettik ki, konvansiyonel olarak yetiştirilmiş sebze dokunurken, bizim İznik’de bahçemizde ilaçsız yetiştirdiğimiz sebzeler dokunmuyordu.
Mesajın büyüklüğüne bakar mısınız? “Doğru ye!”
Doğru yemek çok kuvvetli bir başlangıçtı ama kızımın durumu için tek başına yeterli değildi, başka tamamlayıcı tedavileri de denedik. Kiminden çok fayda gördük, kiminden görmedik.
Bizim için en düşündürücü olan ise “açlıkla tedavi” kısmıydı.
Sonuncusu 72 saat olmak üzere 16 defa açlık yaptık.
Sonrasında inanılmaz bir iyileşme sürecine girdi.
Hayaldi, gerçek oldu :)
Şimdi 12 yaşında, her şeyi yiyebiliyor ve ben hala buna şaşırıyorum.
Şimdi yaklaşık 8 yıl öncesine geri döneceğim...
İznik’de mavi kapılı evimizdeyiz hep birlikte.
O sene Katar’da kriz olmuş. İlk defa Al Jazeera bizden belgesel istemedi. Anlayacağınız elimizde iş yok ve biz boşuz.
Elimizde kombucha bardakları bir yandan yudumluyor bir yandan da “ne yapsak” diye sohbet ediyoruz.
Evet biz bu işe başlamazdan çok çok önce tanıştık kombucha ile. Evimizde yapılır, içilirdi.

Burada hikayenin zaman akışını durdurup annemden bahsetmek istiyorum.
Annem neslinin, devrinin çok dışında bir insan olmuştur hep.
Eğer bizim evimizde bir nesil farkından söz edecek olursak, kesinlikle annemle benim aramda işleyen ters yönde bir nesil farkı olur bu.
O daha açık fikirli, o daha cesur, o daha maceracı.
Öyle bir anne düşünün ki, ben üniversite sınavına hazırlanırken “okul her zaman okunur, hadi her şeyi durdur, haritadan bir yer seç kendine, 1 yıl orada yaşa sonra gel” dedi.
İşte o açık kafa, her zaman her yerde değişik bir şeyler buldu hep.
Tabii ki, 15 yıl önce, elinde garip bir maya ile eve gelip “hadi şimdi bunla çayı fermente edip içeceğiz” diyen de o olacaktı :)
Yaptık da… İçtik hepimiz.
Zamanla çok sevdik, faydalarını görmeye başladık ve bir bağ kurduk kombucha ile.
İşte o akşam, elimizde kombucha bardakları ile mavi kapılı evimizde sohbet ederken düştü “Mavili Kapı” fikri aklımıza.
Aslında Mavi Kapı olsun istemiştik adını ama bir çelik kapı firması almış o ismi, ne üzülmüştük :)
Sohbetin üzerinden birkaç hafta geçti geçmedi üretim iznimizi aldık.
Böylece sanıyorum ilk veya ilk birkaç izinli kombucha üreticisinden biri olduk.

Peki Kozmetikler - Cilt Gıdaları Nasıl Doğdu?

Anlattıklarımdan farketmişsinizdir, rahat duramayan bir ekip bizimki :)
Kombucha üretimi yavaş yavaş yoluna girerken sürekli okumalar yapmaya devam ediyorduk. Kombucha üzerine yapılmış bilimsel çalışmalar, üniversite deneyleri, tarihi, yurtdışı büyük firmaların üretim süreçleri…
Bu sırada kombuchanın ve mayasının kozmetikte de kullanılmaya başlandığını, çok güzel sonuçlar alındığını, yüzüne blenderdan geçirdiği mayaları sürerek bize ilk anlatmaya çalışan tabii ki yine annem oldu :)
Babamın eczacı olması en büyük şansımızdı, etrafını sardık hemen…Dinledik, çalıştık, okuduk.
Üstelik sadece eczacı değil, uzun yıllar ilaç fabrikasında üretim müdürlüğü yapmış bir eczacıydı. Üretim prosesleri, formüller… her şeye hakimdi.
Geliştirdiğimiz formülleri önce eş-dost-gönüllülerden oluşan yakın çevremiz üzerinde test ettik. Eş zamanlı analizler yaptırdık, laboratuvarlara gönderdik. Bahçede bize yardımcı olan ablalar dahil herkes spaya gitmiş gibi dolaşmaya başladı evde. Hanemizdeki bütün kadınlar parladı, güzelleşti :) 85 yaşındaki anneannem dahil hepimiz çok memnunduk sonuçlardan.
Tabii ki temel dayanağımız kendi ufak çevremiz değil, analiz sonuçları oldu.
Sonra yasal süreçlere başladık. Sağlık Bakanlığı kayıtları, bildirimleri, tekrar analizler…
Sıra geldi üretmeye.
Kozmetik üretiminde Sağlık Bakanlığı çok ağır şartlar istiyor.
GMP denilen (Good Manufacturing Practices) şartlarını sağlamanız gerekiyor ki o şartlar ilaç üretimi şartları ile aynı.
Bu şartları sağlayan bir yerimiz olmadığından, hazır kurulu bir tesisle anlaşıp ürettirmeye karar verdik formüllerimizi.
Pek çok üretim tesisi ile görüştük. Henüz doğal hammadde kullanımı ile ilgili bilgi birikmemişti piyasada. Tesislerin çoğu, bizim istediğimiz hammaddelerle çalışmayı bilmiyordu. Kombucha, bal, kuşburnu yağı… bunlar işlemesi zor hammaddeler.
En son görüştüğümüz tesis yetkilisine taleplerimizi ilettiğimizde “siz acaba belgesel yapmaya devam mı etseniz” cevabını aldığımızda bizim için artık seçenek kalmamıştı.
Kendi tesisimizi kurduk!

Çok şükür, o günden beri her bir ürünümüzden çok güzel sonuçlar alarak devam ediyoruz.
Sektör de çok ilerledi, değişti gerçekten.
Başladığımızda doğal hammadde bulmakta zorlanırken, tedarikçi firmalara “%100 doğal emülsiyon yapacak hammadde bulabilir miyiz” dediğimizde tuhaf bakışlara maruz kalırken şimdi o tedarikçilerin hemen hepsi her hafta bize “doğal hammaddelerimiz” diye listeler gönderiyorlar :)
Bu sırada genç maceracı annemizi uluslararası sertifika veren ve Bezm-i alem Üniversitesi ile ortak aromaterapi eğitimine gönderdik.
Yolun başında hazırladığımız ve zaman zaman bir araya gelerek kendimiz kontrol ettiğimiz ‘Firma Anayasası’ na bağlı kalarak, yenilenerek, donanarak ve gerekirse değişerek ama prensiplerimizin üzerine sağlam basarak yolumuza devam ediyoruz.
Ve aldığımız karara göre; Yemediğimizi sürmüyoruz ve kozmetik ürünlerimizi cilt gıdası olarak değerlendiriyoruz
Kozmetik ürünlerimizin hepsi Sağlık Bakanlığı kayıt sistemine dahildir. Etiket bilgileri dahil, hammaddelerimizle ilgili belgeler ve ürünlerimizle ilgili laboratuvar raporları Bakanlığa sunulur, sonra raflardaki yerini bulur.
Üretimi GMP standardındaki kendi tesisimizde gerçekleştiriyoruz. Bir eczacı ve bir kimyager eşliğinde çalışıyoruz.
Sadece ‘ne yiyorsak oyuz’ değil ‘ ne sürüyorsak oyuz ’ düşüncesi ile formülasyonlarımızı gerçekleştiriyoruz.

Bitkisel, doğal, soğuk sıkım, katkısız gerçek gıdaları tercih ediyoruz.
Bazen organik bile bize yetmiyor. Sözgelimi organik sertifikalı ürünlerde kullanılmasına izin verilen koruyucuları kullanmıyoruz. Bitkilerden elde edilen organik hammaddelerle koruma sağlıyoruz.
Ekim 2023’de… canımız babacığımızı, teşhisi konulduktan tam 12 yıl sonra kaybettik.
Onunla beraber kurduğumuz, her taşına elinin değdiği Mavili Kapı’yı, bizimle gururlanacağı şekilde devam ettirme sorumluluğu bize miras kaldı…
Elimizden geldiği kadar, taviz vermeden bu yolda yürümeye de kararlıyız.
Sevgilerimle…
Senem